Birlikte Çalışalım - Kitap kapağı

Birlikte Çalışalım

R S Burton

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

Üniversiteden yeni mezun olmuş yirmi iki yaşındaki Ruby, hayatı keşfetmeye hazırdır. Kariyerinde tahmin ettiğinden çok daha erken yükselme fırsatı eline geçtiğinde, CEO Tobias Clarke’ın namını göz önünde bulundurarak onun emrinde çalışmanın buna değip değmeyeceğini sorgular. Ruby ile Tobias’ın yollarının kesişmesiyle ateş bacayı sarar. Duygularına teslim olacaklar mı? Yoksa sırları birlikte mutlu olmalarına mâni mi olacak?

Yaş Sınırı: 18+

Fazla göster

Birinci Bölüm

Ruby

Ben, Ruby Moritz, başarmıştım.

İş hayatına ofis stajyeri olarak atılmış olmama rağmen; dört yılın, uykusuz geçen sayısız gecenin ve öğrenci kredime harcanan elli bin doların ardından başarmıştım.

Yine de şanslılardan biri olduğumu söylemeliydim. Üniversite mezuniyetimin ardından, Worthington’daki en büyük pazarlama şirketinde ortalama bir maaşla işe girmeyi başarmıştım.

Yalnızca faturalarımı karşılayabildiğim işimde, diplomam olmadan da kolaylıkla yapabileceğim belge dosyalama ve kahve servisi yapma gibi işlere bakıyordum ama bu sonsuza kadar böyle sürmeyecekti.

Bugün de tıpkı diğer günler gibi başlamıştı.

Zor bela yataktan kalktıktan sonra, yarım yamalak çalışan duşumda duş alıp ikinci el mağazadan aldığım iş kıyafetlerimi giyerek yulaf ezmesine benzetmeye çalıştığım kahvaltı kâsemi yedim.

Nihayet hazır olduğumda evden çıkıp çalıştığım şehre giden trene ve iki farklı otobüse bindim.

Her sabah olduğu gibi, şehir merkezine giren son otobüsten inip işe gitmek için koşuşturan insan kalabalığını yararak, hızlı adımlarla ofise doğru yola koyuldum.

İkinci otobüsümü kaçırıp bir sonraki otobüse binmem gerektiği için bugün biraz farklıydı. Böylesi katı bir çalışma programı söz konusuyken, geç kalmak üzereydim ve işteki ilk ayımdan azar işitmek istemiyordum.

Telefonumun kilit ekranına baktım. Beş dakika. Beş blok yürümek için beş dakikam vardı.

Kahverengi çantamı omzuma güzelce yerleştirerek hızlandım. Ben yürüdükçe rüzgârın esmesiyle açık bıraktığım kahverengi saçlarım savrulurken, saçlarımı topuz yapmadığıma pişman oldum.

Tempolu yürüyüşüm koşuya dönüşürken siyah topuklu ayakkabılarım neredeyse yere değmiyordu bile. Kahve ve benzin kokusu duyularımı ele geçirirken gülümsedim.

Evet, rutin sabahlarım bazılarına monoton gelse de beni rahatlatıyordu. Geç kalmanın eşiğinden dönmemin endişesi eriyip gitmiş gibiydi.

Mesai başlangıcından tam bir dakika önce Clarke Endüstri binasının kapısından koşarak girdikten sonra, güvenlik sistemine kartımı okutarak ofise ilerledim.

Nefes nefese ve neredeyse darmadağın olmuş bir hâlde çalışma bölmemin önünde durup çantamı yere bıraktım. Tam yerime oturup masamın üzerinde birikmiş yapılacak işlere girişecekken, müdürüm Stacey elinde siyah bir dosya ve yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yanıma geldi.

“Ruby, ofisimde biraz konuşabilir miyiz?” diye sordu. Parlak kahverengi gözleri ve cezbedici gülümsemesine rağmen kanımın donduğunu hissedebiliyordum.

Midem gerginlikten burkulmaya başladı. Başımda annemle babam olmadığı için işimi kaybetmeyi göze alamazdım. Sırtımı dayayabileceğim kimsem yoktu, tek dayanağım kendim ve işimdi.

Masama sadece iki dakika geç kaldım. İki dakika yüzünden beni kovmaz, değil mi?

Sertçe yutkunarak hissettiğim kadar çaresiz görünmemeye çalıştım.

“Özür dilerim, otobüsüm geç geldi. Bir daha olmayacak.”

Stacey elini kaldırıp başını iki yana sallayarak daha fazla bahane üretmemi engelledi.

Kaygımı bastırarak koltuğumda huzursuzlukla kıpırdandım.

“Beş dakikaya ofisimde ol. Önce bize birer kahve yap.” Sırıttı. “Benimki sade ve şekersiz.” Arkasını dönüp koridordan ofisine doğru yürüdü.

Damarlarımda dolaşan gerginlik yüzünden zar zor ayağa kalkıp mutfağa ilerledim.

Ofis arkadaşlarımdan bir grup köşedeki masalardan birine geçmiş, aralarında fısıldaşıyordu.

Kızlardan biri, “Haberin yok mu?” diye fısıldadı. “Tobias bu sabah Josanna’yı kovmuş.”

Bir diğeri şaşkınlıkla, “Ama Josanna yıllardır Bay Clarke’ın asistanıydı,” diye cevap verdi.

İlk konuşan kız, “Tobias’ın küçüklüğünden beri,” diye ekledi. “Söylenenlere göre, Josanna onu burayı nasıl yöneteceğine dair manipüle ediyormuş ve Tobias’ın canına tak etmiş.”

Kızlardan biri, “O adam çok korkutucu,” diye yakındı.

Bir diğeri yüzünü yellerken, “Aynı zamanda acayip seksi,” diye ekledi.

Gözlerimi devirdim. Tobias Clarke, Clarke Endüstri’nin yeni CEO’suydu. Babası üç ay önce vefat ettiği için tüm işler ona kalmıştı.

Onunla bizzat tanışmamış olsam da fotoğraflarını görmüştüm. Çekici biriydi ama hakkındaki tüm bu söylentilerin doğru olduğunu sanmıyordum.

“Neyse işte, yeni bir asistan istediğine dair buraya haber göndermiş.”

Aralarında fısıldaşmaları devam etse de kulağımı onlara vermeden Stacey’yle kendime kahve hazırladım. Ofis dedikodularına dâhil olmaktan mümkün mertebe kaçınıyordum.

İşim bittiğinde, kattaki çalışanların süregelen fısıldaşmalarına kulak asmadan ofise yöneldim. Bell ki haber hızla yayılıyordu. Stacey’nin kapısını çalıp kafamı içeri uzatarak ona baktım.

“Sade ve şekersiz kahveniz hazır.” Gülümsedim.

“İçeri gel, Ruby. Lütfen otur.” Masasının karşısındaki siyah küçük deri sandalyeyi işaret etti.

Kahvesini masasına koyduktan sonra işaret ettiği yere oturdum.

Stacey bilgisayarına bakarak bir şeyler yazıyordu. Kısa bir süre sonra ellerini masanın üzerine koyup parmaklarını birbirine kenetledi.

İçime bir sıkıntı çöktü. Muhtemelen işe alınan son personel olarak işten çıkarılıyordum.

Gerçekten kovuluyordum. Zaten her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Mezuniyetimden hemen sonra, en azından sabit bir gelirim ve iş güvencem olabileceği Clarke Endüstri gibi bir yerde işe girebilmiş olmam büyük şanstı. Her şeyin güzel olacağını düşünmüştüm.

Zamanla daha güzel bir yerde yaşayabileceğimi bile hayal etmiştim.

Ama tüm bu umutlarım birdenbire soluvermişti. İç çekerek tekinsiz bir semtteki yıkık dökük dairemde yaşamayı içten içe kabullendim.

Kurtulana kadar keyif almaya bakacaktım.

Nasıl mümkün olacaksa...

“Kaygılı görünüyorsun.” Stacey gülümseyerek kahve kupasını alıp dudaklarına götürdü.

Kupamı avuçlarımın içinde çevirirken sıcaklığın parmaklarıma yayıldığını hissettim. İçinde bulunduğum duygu durumunu kaygı olarak tanımlamak kesinlikle hafif kalırdı.

Boğuk sesimle, “Beni kovuyor musunuz?” diye sordum. Yara bandını yavaş yavaş çekmektense tek hamlede söküp atmak daha iyiydi.

Stacey kıkırdayarak bilgisayarını işaret etti. “Üniversitede işletme ve pazarlama okudun, değil mi?”

“Bu alanlarda, bu ofisteki kadınların çoğunda olmayan bir kavrama yeteneğine sahipsin. Burada haberlerin yayılma hızını hesaba katarak, patronun hâlihazırda bir asistan aradığını bildiğini varsayıyorum.”

Yüzümü buruşturdum. O işi benim almam gerektiğini mi söylüyordu? Benim? Buradaki işe daha yeni girmiştim. Ayrıca tecrübesiz olduğum da bir gerçekti.

Birkaç yıl ofis stajyeri olarak çalışıp bu süreçte gerekli bilgileri edinerek yükselme gibi bir planım vardı.

Tüm o adımları atlayıp doğrudan tepeye tırmanmak bana tuhaf ve ani gelmişti.

Bana muhtemelen hayatımın işini teklif edecek kadına bakarak, “Ben daha yeniyim. Bu işi benden daha iyi yapabilecek birileri mutlaka vardır,” dedim.

Parlayan gözleriyle kocaman gülümsedi. Stacey, “Aslında yok,” diye yanıtladı. “Bu iş için en uygun kişi sensin Ruby.”

Neredeyse yirmi yıldır bu ofiste çalışanlar vardı. Aldığım eğitimin onların engin tecrübelerinden daha ağır bastığına inanmakta zorlanıyordum.

Bu işi bana vermek istemesinin başka bir nedeni olmalıydı.

Kestiremediğim bir nedeni.

Düşüncelerimi dile getirmekte zorlanarak nihayet, “Ah,” diye mırıldandım.

“Elbette maaşına zam alacaksın, yıllık on beş bin dolar kadar.”

Sertçe yutkundum. Yıllık otuz beş bin dolar hayatta kalmak için yeterliydi ama elli bin dolar sıkıntılı durumumdan daha hızlı sıyrılabileceğim ve gittikçe saplandığım borç batağını da daha çabuk kapatabileceğim anlamına geliyordu.

Teklif nereden bakarsam bakayım cazip görünüyordu.

Ellerime bakarak seçeneklerimi tartmaya çalışsam da kafam allak bullak olduğu için durumu tam anlamıyla değerlendiremiyordum.

“Bay Clarke’ın acilen bir asistana ihtiyacı var, bu yüzden oldukça hızlı bir karar vermen gerekecek,” diye mırıldanarak düşüncelerimi böldü.

Başka seçeneğim var mı?

Stacey’ye baktım. Gözleri kocaman açılmıştı. Belli ki bir an önce birini bulması için baskı altındaydı ve bu teklifini reddedersem yeni bir aday için sil baştan araştırma yapması gerekecekti.

Ona şimdi hayır dersem, öngörülebilir bir gelecek için kahve yapıp belge dosyalamaya devam edecektim. Böyle bir fırsat kim bilir başka ne zaman elime geçerdi? Muhtemelen asla.

“Kabul ediyorum.” Gülümsedim. Önce işe balıklama atlayıp gerisini sonra düşünmeye karar vermiştim. Bu işin okulunu okumuştum. Riskli olsun ya da olmasın gözümü karartmalıydım.

Stacey rahatlayarak başını salladı. Masasından siyah bir dosya alıp bana uzattı.

“İşte yeni sözleşmen. Çalışma saatlerin aynı olacak ama tahmin edeceğin üzere, Bay Clarke büyük olasılıkla çalışma saatleri dışında da yardımına ihtiyaç duyacak.”

Bunu tahmin etmiştim. Zaten sosyal bir yaşantım olmadığı için gün boyunca çalışmakla herhangi bir sorunum yoktu.

“Pekâlâ, eşyalarını toplayıp üst kata çıkabilirsin, Ruby. Sana güveniyorum.” Görünürde sevimli bir ifadeyle gülümsemesine rağmen, o olağanüstü nezaketi şimdi yapmacık görünüyordu.

Ofisinden çıkıp elimde kahve kupamla masama yürüdüm. Etrafımdaki sessiz fısıldaşmalara, şimdi beni parmakla gösteren çalışanlar eklenmişti.

Daha çantamı bile almamışken, eski asistanın yerine geçtiğim haberi çoktan yayılmıştı.

Sakince eşyalarımı topladıktan sonra derin bir nefes aldım. Çantamı, dosyamı ve kahvemi alıp asansöre yürürken, tüm gözlerin üzerimde olduğunu hissedebiliyordum.

Sırtımı ofistekilere dönüp asansörün düğmesine basarak bekledim. Ardından gümüş kapıların açılmasıyla asansöre binip arkamı dönünce, ofisteki kadınlara baktım.

Hepsinin yüzünde rahatlamış ifadeler gördüm.

Sertçe yutkundum.

O anda bana sıkışık gelen kutu yukarı doğru hareket etmeye başladığında, birdenbire beni ölümüme götüren hareketli bir hücredeymişim gibi hissettim. Aslında rahatlatıcı olması gereken asansör müziği, kulağımda İmparatorluk Marşı gibi tınlıyordu.

Kalbim göğüs kafesimi zorlayarak şiddetle atarken, kaburgalarımdan birinin kırılması olağan gelmeye başlamıştı.

Kapılar nihayet açıldığında, yoğun bir gerginlik bedenime yayılırken bayılacağımdan korktum.

Kaçıp ikinci katın güvenliğine dönmek istesem de bunu yapamayacağım için, koridor boyunca uzanan ve modern bir beyaz masada son bulan koyu lacivert halıya adım attım.

Buraya daha önce hiç çıkmamış olmama rağmen, ilk bakışta bile burayla aşağısının farklı dünyalar olduğu anlaşılıyordu.

Bu katta dar ofis alanının donuk kahverengileri gitmiş, yerine kiramdan çok daha fazlaya mal olduğunu tahmin edebildiğim sanat eserleriyle süslenmiş bembeyaz duvarlar gelmişti.

En sondaki masaya odaklanarak koridorda ilerledim. Eşyalarımı bırakıp etrafıma bakındım.

Durum zannettiğim kadar vahim olmayabilirdi.

Masanın başına geçip masayı inceledim. Yepyeni ve son model bilgisayarımın alt katta olduğu gibi iki yerine üç ekranı vardı. Sol tarafta su sebili ve ihtiyaç duyulabilecek tüm ofis malzemeleri bulunuyordu.

Parmaklarımı ataçlarla zımbaların üzerinde şöyle bir gezdirdim.

Etrafımı incelemeye devam ederken birinin arkamdan boğazını temizlediğini duydum.

Yarım saat içinde ikinci kez kanımın donmasıyla, boğazını temizleyen kişiyle yüzleşmek için arkamı dönünce öylece kalakaldım.

Tobias Clarke.

Fotoğrafların onun hakkını veremediği ortadaydı. Adam kelimenin tam anlamıyla kusursuzdu.

Gerçek hayatta 1,87 civarı görünen yapılı Tobias Clarke’ın kaslarını dar takım elbisesinin altından bile seçebiliyordum.

Ellerini cebine koyup kaşlarını çatmıştı. Sinekkaydı tıraşı, gerdiği için ince bir çizgi hâline gelmiş dudakları ve bir kış gecesi kadar soğuk buz mavisi gözleri vardı.

Yüzündeki memnuniyetsiz ifadeye rağmen fazlasıyla çekici görünse de özellikle bir şeyin onu huzursuz ettiğini anlayabiliyordum.

“Bayan Jones’tan bir asistan istedim o da tutup bana bir çocuk göndermiş,” diye homurdandı.

Bunun üzerine kaşlarımı çattım. Kime çocuk diyordu?

Tobias’ın yirmi yedi yaşında, yani benden sadece beş yaş büyük olduğunu biliyordum.

Bu işe nasıl başlarsam öyle gideceğini bildiğim için, kendini beğenmiş bir CEO’nun şamaroğlanı olmaya hiç niyetim yoktu.

“Saygısızlık etmek istemem ama yirmi iki yaşındayım, eğitimliyim ve asistanınız olarak çalışmaya hevesliyim. Az önce asansöre adımımı attığımda iş arkadaşlarımın yüzündeki rahatlama ifadesine bakılırsa, bu pozisyona hevesli tek kişi ben olabilirim.”

Bu pozisyona geçirilmemin niteliklerimle ilgili olmadığından şimdi her zamankinden daha çok emindim.

Önceki katta sonuncu, ateş hattında ise ilk sıradaydım.

Tobias’ın dudağının kenarı hafifçe seğirdiğinde, sebebinin keyif mi rahatsızlık mı olduğunu anlayamadım. “Aldığınız eğitimin hiçbir anlamı yok, Bayan…” derken cevabımı almak için duraksadı.

“Moritz,” diye cevap verirken boğazımın kuruduğunu fark ettim.

“Becerinizle destekleyemediğiniz sürece, aldığınız eğitimin hiçbir anlamı yok Bayan Moritz.”

Güçlü görünmek için kendimi zorlayarak, “O zaman umarım yetenekliyimdir,” diye cevap verdim. “Sadece deneyip görmeniz gerekecek.”

Tobias Clarke ellerini ceplerinden çıkarıp kollarının göğsünde kavuşturdu. Bir dakika boyunca tek kelime etmeden beni süzdükten sonra tek kaşını kaldırarak arkasını döndü.

“İşimi şansa bırakmam, Bayan Moritz,” diye sert bir tonda cevap verdi. “Bir hafta bile dayanamazsınız.”

Tobias ofisine girip buzlu cam kapıları kapattı. Yere yansıyan gölgesinin yavaşça uzaklaştığını gördüm.

Boğuk bir nefes aldım. Ne kibar ne de cana yakındı, hatta büyük ihtimalle Grinch’in ofis versiyonuydu. Bana inancı yoktu ve onun için tek kalemde vazgeçilebilir biriydim.

En azından alt katta iş güvencem vardı. Şimdi ise terfi almayla işsizlik arasında sıkışıp kalmıştım.

Bu işi kotarmaktan başka çarem yoktu.

Oturduğumda yumuşak deri kaplamalı sandalyenin içine gömüldüm. Artık hiç değilse rahatlık içinde stres olabilirdim.

Yeni sözleşmemin bulunduğu dosyayı açıp okudum. Yeni maaşım ve iş beklentilerimle standart bir sözleşmeydi.

İş, dişçi masrafları dâhil kapsamlı bir sağlık sigortası sağlıyor olmasına rağmen, Tobias’ın sert eleştirisini düşününce bu ayrıcalıkların herhangi birinden yararlanacak vaktimin olduğundan emin değildim.

Artık bu noktadan geri dönüş yoktu. Bir kere buraya gelmiştim ve ona yanıldığını kanıtlamak için elimden geleni yapmak zorundaydım.

Yanımdaki ofis malzemesi istasyonundan bir kalem kapıp noktalı yeri imzaladım.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok