Birlikte Çalışalım - Kitap kapağı

Birlikte Çalışalım

R S Burton

İkinci Bölüm

Ruby

Hattın diğer ucundaki Bayan Casey adında potansiyel bir müşteriye, “Bay Clarke sizi anlıyor. En iyisini istediğinizi biliyor,” diye açıkladım.

“İşte bu yüzden bizimle görüşmeniz şart. Köklü şirketimizin arkasında yılların deneyimi olduğuna sizi temin ederim. Pişman olmayacaksınız.”

Bayan Casey, “İşlerin başında babası Jonas varken söylediklerin geçerli olabilir ama söylentilerden haberdarım,” diye cevap verdi. “İşi devralan oğlu pek de iyi bir adam değilmiş.”

Kişilik açısından pek sıcak biri olmadığı konusunda haklıydı ama son birkaç gündür onun geçmişteki işlerini incelemeye büyük bir vakit ayırmıştım.

Tobias’ın, babasının vefatından önce de uzun bir süre işleri yönettiğini öğrenmiştim. Ama babasının vefatıyla liderliği resmiyete dökülmüştü. Bu yorumumdan kişiliğini hariç tutarak, işinde harikaydı.

“Bay Clarke’a sizin için planladıklarını paylaşması adına bir şans vermenizde ısrar ediyorum. Memnun kalacağınıza eminim. Size cuma günü için bir randevu oluşturayım mı? Saat ikide?”

Kadın bir kahkaha patlattı. “Senin gibi iradesi sağlam birinin güvenine sahipse, sanırım ona bir şans verebilirim. Randevuyu oluştur canım.”

“Teşekkür ederim,” diye cevap verdim. “Öyleyse sizinle tanışmayı dört gözle bekliyorum.”

Telefonu kapatıp yeni toplantıyı ortak takvime not ettim. Daha buradaki üçüncü günüm olmasına rağmen sistemlere oldukça hızlı alışmıştım. Bay Clarke’a yanıldığını göstermek için emin adımlarla ilerliyordum.

E-postalarımı açıp şöyle bir göz attım. Yeni bir şey gözüme çarpmayınca, ofisimin arkasındaki küçük dinlenme odasında kahve yapmaya gittim.

Ama tam kalkacakken bilgisayarım uyarı verdi. Görev çubuğunda yanıp sönen küçük mavi bir kutu vardı. Üzerine tıkladım.

Tobias ClarkeBayan Moritz, ofisime gelir misiniz lütfen?

Mesaj yoluyla bile korkudan kanımı dondurabiliyordu. Tüm gücü elinde tuttuğundan beni istediği anda kovabilirdi ve işte o zaman mahvolurdum.

Ayağa kalkıp ofisinin kapısına yöneldim. Buzlu camın buz efekti, onun soğuk kişiliği düşünüldüğünde epey manidardı.

Kapıyı bir kez tıklatıp bekledikten sonra homurdandığını duyunca içeri girdim.

“Ne yaptığınızın farkında mısınız?” diye mırıldandı. Başını kaldırıp buz gibi gözleriyle beni süzdü.

“Burada önemli bir iş yürütüyorum, Bayan Moritz. Hatalarla harcayacak zamanım yok, ayrıca hatanın muhatabı ben olmamama rağmen itibarsızlaşan taraf ben oluyorum.”

Kaşlarımı çattım. Ne yaptığımdan emin değildim ve bunun Tobias’ın hoşuna gitmeyeceğini biliyordum. Çünkü hatamı kabul etmemi istiyordu.

Samimi bir endişe ifadesiyle, “Efendim, lütfen ne yaptığımı söyleyebilir misiniz?” diye sordum.

Tobias gözlerini devirerek çenesini sıktı.

“Önümüzdeki cuma günü Harris Hills şirketinden Bay Harris’le saat bir buçukta toplantım var. Öğle yemeği toplantısı, daha dün ayarladınız. En iyi ihtimalle saat ikiyi çeyrek geçe ofise dönmüş olacağım.”

Hatamın anında farkına vararak yutkundum. Az önce Bayan Casey’le ayarladığım toplantı çok erkendi. Dudağımı ısırırken başımı salladım.

İşe yarayacağından emin olamayarak, “Özür dilerim efendim. Düzelteceğim,” diye teminat verdim.

“Düzeltecek misiniz?” diyerek alaycı bir tonda homurdandı. “Düzeltme şansınız olacağını size düşündüren nedir? İşimi asla şansa bırakmayacağımı unutmayınız, Bayan Moritz.”

Mideme gerginlikle kramp girerken zar zor başımı salladım. “Yine de bir hata yapmışım efendim. Beni kovsanız da kovmasanız da bunu düzelteceğim.”

Tobias sandalyesinde arkasına yaslanarak, onun için çalışmaya başladığımdan beri atmaktan sıkılmadığı o aynı soğuk bakışla bana baktı.

Kişiliği kadar soğuk ses tonuyla, “Peki,” diye cevap verdi. “Düzelt ve ofisimden defol.”

Başımı sallayıp güvenli ofisime doğru yürüdüm. Bayan Casey’yi arayıp randevusunu iki buçuğa erteledim.

Telefonu kapattıktan sonra, buzlar kralıyla daha fazla muhatap olmamak için öğle yemeğimi erkenden yemeye gittim.

Döndüğümde günün kalanı boyunca gözlerimi saatimden ayırmadım. Yine de saat bir türlü beş olmuyordu.

Aramızda bir duvar olmasına rağmen, yaptığım hatadan sonra hâlihazırda buz gibi olan ofisin enerjisi daha da kötüleşmişti.

Yine de işten çıkıp iki otobüs ve bir tren yolculuğundan sonra köhne evime dönmeme az kalmıştı.

Bilgisayarıma mesaj düştü. Yanıp sönen mavi kutu geri gelmişti. Yutkunarak mesaj kutusunu açtım.

Tobias Clarkeİstediğim raporu hazırladınız mı?
Ruby MoritzEvet, posta departmanı birazdan teslim edecektir.
Tobias ClarkeGeldiğinde bana getirin.

Tobias Clarke sohbet penceresini kapattı.

~Saat beşten hemen önce postacı Jimmy elindeki küçük siyah çantayla koridorda belirdi. Masama gelip teslimatı üzerine koydu.

Ona gülümsedim. Son üç gündür onu günde en az iki kez görüyordum. Gülen bir yüz görmek güzeldi.

Genç adamın kahverengi saçları, mavi gözleri ve karşısındakini rahatlatacak türden neşeli bir sırıtışı vardı. Buz gibi ofisteki güzel bir değişiklikti.

“Sanırım elimde çok gizli bir rapor var.”

“Öyle,” diye yanıtladım. “Teşekkürler, Jimmy.”

Jimmy başını salladı. “Ne demek, görevim.”

Jimmy masaya iki kez tıklattıktan sonra arkasını dönüp uzaklaştı. Çantayı açıp derlenmiş raporu çıkardım.

Ayağa kalkıp Buz Adam’ın ofisine giderek kapıyı sessizce çaldım.

Cevap vermese de raporu beklediğini bildiğimden kapıyı açtım.

Tobias, “Bunun gerekli olduğunu sanmıyorum!” diye haykırdı. Her zaman öfkeli tınlayan ses tonu, neredeyse üzgün gibi geliyordu.

“Seni aradığımı biliyorum Gert ama bir randevuya gerek olduğunu sanmıyorum.”

Tobias masasının üzerine eğilmiş, bir eliyle telefonunu tutarken diğer elinin parmaklarını saçlarında gezdiriyordu. O an gözüme nedense çok da uzun görünmüyordu.

Onun için endişelendiğimi fark edince şaşırdım. Odadan çıkmak için arkamı döndüm. Belli ki şahit olmamam gereken özel bir anı bölüyordum.

Bu an sayesinde son derece gergin patronuma biraz olsun sempati duymam önemli değildi, her hâlükârda izinsiz kulak misafiri oluyordum.

Gözlerimi kaçırarak kapıya ilerledim. Ama ofisinden çıkamadan küçük bir yan sehpaya çarpmamla küçük bir ahşap süs eşyasını yere düşürdüm.

Tekrar Tobias’a baktım. Şimdi dimdik oturmuş, ağzı açık kalmış vaziyette gözlerini bana dikmişti.

“Sana döneceğim,” dedikten sonra telefonu masaya bıraktı.

“Ben… Ben… Kapıyı çaldım,” diye kekelerken olduğum yerde kalakalmıştım.

Onun biraz olsun savunmasız hâlini gördüğüm gerçeğini görmezden gelerek, “O benim raporum mu?” diye çıkıştı.

Başımı sallayıp zar zor ilerledim. Masasının önünde durup bir ayağımı diğer ayağımın önüne attım. Raporu masasına koydum.

Ofisten hemen çıkmam gerekirdi. Bu deneyimimi de yanıma alıp oradan çıkmalıydım. Ama yapmadım.

Neler olduğunu anlamak istercesine buz gibi gözlerinin derinliklerine baktım.

Gözlerini gözlerimden ayırmadan raporu eline aldı.

“Teşekkür ederim, Bayan Moritz,”

Usulca, “Ne demek. Sizin için yapabileceğim başka bir şey var mı efendim?” diye sordum.

Bu sorumun ne anlama geldiğinden emin değildim. Bunu neden sorduğumdan bile emin değildim. Tobias Clarke zaten bana bir şey yaptırmak istese de dilediği gibi yaptırabilirdi. Yine de sormuştum.

Bana bakarak dudaklarını büzdü. Bir şey söyleyecek gibi olsa da bakışlarını masaya çevirip başını iki yana sallayarak çıkmamı işaret etti.

“Hayır, artık çıkabilirsiniz, Bayan Moritz. Yarın sabah görüşürüz.”

Başımla onaylayıp arkamı döndüm. Birkaç adım atarak ofisinden çıktım. Ofisinden çıkar çıkmaz tuttuğumun farkında olmadığım nefesimi verdim.

Demek Tobias Clarke buzdan inşa edilmemişti. İçinde sakladıkları vardı.

Ofisten çıkıp iki otobüs ve bir tren yolculuğuyla evime döndüm. Nereye metruk olarak adlandırılabilecek binaya ulaştığımda saat neredeyse akşamın yedisi olmuştu.

Kırık çitleri ve dış cepheye bakan dairelerin en az beşinde pencere yerine kullanılan kontrplaklarıyla bu bina güzel olmaktan çok uzaktı.

Ama burası, arkamda her şeyi bırakarak sığındığım evimdi.

Annemin ölümüyle sarsılarak bazı kötü kararlar almıştım.

Annem her ne kadar bana bir şeyler bırakmak için elinden geleni yapmış olsa da, babamın iki yıl önceki vefatı sebebiyle banka hesaplarımız kuruduğu için, annemin cenaze törenini ancak küçük bir kredi çekerek yapabilmiştim.

Yine de para benim için hiçbir zaman bir öncelik olmamıştı. Benim tek derdim hayatta kalabilmekti.

Binaya girip karanlık ve soğuk basamakları çıkarak dördüncü kattaki daireme ulaştım. Kapıyı itip içeri girdim.

Buraya yuva havası katmak için elimden geleni yapmıştım. Bir kat boyayla sahiden harikalar yaratılabiliyordu.

Üç kırık penceresi olduğu için soğuktu ve burayı kimsenin görmesini istemeyeceğim türden mobilyalarımla döşemem gerekmişti, hoş kimsem yoktu.

Bir gün buradan kurtulup ailemin benim için dilediği hayatı yaşayacaktım ama o zaman gelene kadar elimdekilerle idare etmeliydim.

Akşam yemeği için dondurulmuş lazanyayı mikrodalga fırında ısıttıktan sonra battaniyemin altına girip bir film açtım.

Hayatım boyunca bir monotonun içinde dönüp duracak olsam da aşinalığın getirdiği bir huzur olduğu kesindi.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok