Bulutların Üzerinde - Kitap kapağı

Bulutların Üzerinde

Lacey Martez Byrd

0
Views
2.3k
Chapter
15
Age Rating
18+

Summary

River Stafford, artık babası ona bakamayacak hale gelince, Kuzey Carolina sahilindeki ağabeyinin yanına gönderilir. Ağabeyiyle yaşamak, en azından yeni okuluna başlayana kadar onun için gayet yolunda gider. Ama okul başladıktan sonra hayatı cehenneme dönünce, hayatını katlanabilir kılan tek kişinin Beau Holmes olduğunu düşünmeye başlar. Aynı zamanda Beau’nun ağabeyinin en iyi arkadaşı olması, işleri River’ın istediğinden çok daha karmaşık hale getirir.

Fazla göster

Birinci Bölüm: Ah Kardeşim

Prolog

”İşte burada, hırslarımın çok uzağında, her geçen dakika daha da derinden seviyordum.”

-F. Scott Fitzgerald

1993, 6 Yaşında

RIVER

“Yukarı bak, River.”

Annem beni babamın kamyonetinin arka tarafında havaya kaldırdığında, ben de dediğini yapıp yukarı baktım. Kamyonetin radyosunda en sevdiğim şarkının çaldığını duyunca gülümsedim.

“Görüyor musun bebeğim? Gökyüzünü görüyor musun?”

Puslu akşamın gökyüzünde, rüzgar eşliğinde süzülüp giden bulutlara bakarken başımı salladım.

“Ne olursa olsun, sahip olduğun ruhu asla yitirme. Göğe bakmayı hiçbir zaman unutma.”

Ağlayacağını fark edince neden bahsettiğini merak etmekten kendimi alamadım.

Çocukken bile söylediklerinin altında bir anlam olduğunu, aslında dile getirmeden bana bir şey anlatmaya çalıştığını biliyordum. Yetişkinlerin bunu neden yaptığını bir türlü anlayamıyordum.

Annemin öksürdüğünü duyunca elindeki kanı gördüm. Babam ikimizi de aceleyle kamyonetine bindirdiği anda dünyamın durduğunu hissettim.

O andan sonra hayatım değişti. Babam bana doğru uzanıp radyoyu kapattı.

En sevdiğim şarkı yavaşça solup gitti.

İlk kez hayatımı farklı bir perspektiften, dışarıdan gözlemleyen bir yabancı misali seyrettiğimi hissettim.

Bu duyguyu kelimelere dökmeyi bu olayın yaşanmasından çok daha sonra öğrenecektim. Bir erkek çocuğu benimle göğe baktığında ve bana yapmamam gereken şeyleri dilettiğinde.

***

2005, 17 Yaşında

RIVER

“Ama neden?”

Sesimin bu kadar mızmız çıkmasından nefret etsem de, durmuş mızmızlanıyordum.

“Çünkü River... Artık orada kalamayacağını biliyorsun. Benimle yaşamanın zamanı geldi. Sana ben bakayım.”

“Henüz on yedi yaşındasın ve yasal olarak yalnız kalabilmen mümkün olsa da, bu başka bir konu…”

Ağabeyim. Her zaman küçük kız kardeşi için endişelenirdi. Ama ben yıllardır kendi başımın çaresine bakıyordum, sadece o bunun farkında değildi. Hatta ona bakmanın da benim görevim olduğunu düşünüyordum.

Bu, yalnızca onu gerçeklerden korumak anlamına gelse bile.

Jackson orduda, Kuzey Carolina sahilindeki küçük bir kasabada görev yapıyordu, ben ise hâlâ Chicago'da babamızın yanındaydım.

Babam da gün geçtikçe kendini kaybediyor, kumar oynuyor ve durmaksızın içerek ikimizin de hayatını mahvediyordu. Bankanın evimize el koyması artık sadece an meselesiydi.

“Tamam Jackson, ne zaman geleyim?”

Yenilgiye uğramışçasına iç çektim... Onu şimdiden koltuğuna oturmuş ve dizüstü bilgisayarını kucağına yerleştirmiş, ailesinden kalanları korumak uğruna bilet rezervasyonu yapmak için can attığını hayal edebiliyordum.

Ağabeyimin benim aksime yumuşak karnı vardı. Bu noktada anneme çektiğine emindim.

“Yarın okulunu arayıp transkriptlerini buraya postalatırım, geri kalan kağıt işlerini de öğrenci işlerine teslim ederim, böylece birkaç gün içinde gelebilirsin diye umuyorum.”

“Zaten buradaki okullar daha iyi Riv. Şu an gittiğin okul için fazla zekisin.”

Haksız değildi. Lisem berbattı. Biri hariç tüm öğrenciler de keza öyleydi. Burayı bıraksam zerre özlemezdim. Hatta burayla ilgili hiçbir şeyi özlemeyeceğimi adım gibi biliyordum.

Jackson aylardır vasim olmak için kağıt işleriyle uğraşıyordu. Aslında bu duruma olduğundan daha fazla üzülmem gerekirdi ama üzülmüyordum.

Bir süredir öyle ya da böyle işin sonunda Jackson’la yaşayacağımı biliyordum, kaldı ki durum artık resmiyet kazanmıştı. Bu yüzden sil baştan başlama fikriyle içimde küçük bir kıvılcım filizlendi.

“Seni seviyorum Riv. Seni yarın ararım.”

“Ben de seni seviyorum Jack.”

Şifonyerden müzik çalarımı alıp Gorillaz açarak müzikle sorunlarımı bir süreliğine bastırmaya karar verdim. Zihnimi müzikten başka bir şeyin doldurmadığı neredeyse bir saatin ardından, gönülsüzce kulaklarımı çıkardım.

Akşam yemeği için odamdan çıkıp koridordan mutfağa doğru yürüdüm. Geçerken babamın koltuğunda uyuduğunu gördüm. Yüzündeki çizgiler artık daha derin görünürken, saçları neredeyse tamamen beyazlaşmıştı.

Babamı seviyordum, gerçekten seviyordum ama annemin öldüğü gün babamın öldüğü gün de olabilirdi. Annem öldükten sonra hiçbir zaman eskisi gibi olamamıştı ve bunun için onu suçlayabilir miydim onu bile bilmiyordum.

Annem, babamı hayata bağlıyordu ve bu babamla ilgili emin olduğum tek şeydi. Ama babamla yaşadıkça onunla ilgili istemeden de olsa başka şeyler de öğrenmiştim. Mesela kumar bağımlılığını.

O uyurken gözlerimi üzerine dikip ona birden sinirlendiğimi hissettim. Arkamı dönüp yiyecek bir şeyler bulmaya koyuldum.

Kileri açtım. Her zamanki gibi tam takır kuru bakırdı ama fıstık ezmesi her zaman işimi görüyordu.

Bir kaşık dolusu aldıktan sonra koridordan geri dönüp, akşamı geçirmek üzere odama gittim.

Kitabın garip bir şekilde geçici yastık görevi gördüğünü hissettiğimden, Amerikan tarihi kitabına gömülüp uyuyakaldığımı fark ettim.

Başımı kaldırıp yüzümü sayfadan ayırırken, “Batı’nın Gelişmesi” bölümündeki kelimelerin yanağıma kalıcı olarak geçmediğini umuyordum.

İçerideki bağrışmaları duyduğumda, duş almak için yatağımdan kalkmak üzereydim.

Kalbim ağzımda atmaya başlayınca, odamın kapısına doğru koşmaya yeltensem de sonra vazgeçtim.

Bazen birileri babamı ziyarete gelirdi. Ürkütücü insanlar. Gelenlerin babamın borçlu olduğu kişiler olduğunu düşünüyordum.

Jackson'ın burada kalmamı istememesinin esas nedeni de buydu. Babamın kötü alışkanlıkları yüzünden başıma bir şey gelmesinden korkuyordu. Açıkçası bazen ben de aynı sebepten korkuyordum.

O yüzden gitsem de ne yapabilirdim? Eğer içeride biri varsa…

Nasıl yardım edebilirdim? Daha dört ders kitabım çantamın içindeyken bile çantamı zar zor kaldırabiliyordum.

Tam o anda babamın söylediklerini duymak için duraksadığımda, benden bahsettiğini fark ettim.

“Onu benden alamazsın. O benim kızım.”

Onu arayan Jackson olmalıydı. Bu konuşmayı uzun zamandır bekliyordum. Şimdi sadece yüreğim ağzımdayken durup dinleyebilirdim.

“Evet... Evet, Jackson... Biliyorum.”

Ağabeyimin telefonun diğer ucundan babamı azarlamak için söylediklerini duyuyor gibiydim.

Babamın bana bakabilecek durumda olmadığını biliyordu, ama babam hayatı boyunca her zaman pes etmiş gibi görünse de bu kadar kolay pes etmek onun doğasında yoktu.

Ama gerçekler onun düşündüğünden daha basitti.

Yetkili merciler durumumuzdan çoktan haberdar edilmişti ve her ne kadar bakılmaya ihtiyacım olmasa da ağabeyim bana bakabilecek maddi durumdaydı. Ama yasalara göre hâlâ bir çocuktum.

Ve babam ne kadar bunu itiraf etmekten kaçsa da, önünde sonunda teslim olup vasilik belgelerini imzalayacaktı. Bu gerçeğin beni aslında rahatsız etmesi gerektiğini fark ettim. Ondan sırf bunun için nefret etmeliydim. Ama etmiyordum.

Derin bir nefes alıp duşa girmeden önce pijamalarımı aldım. Duştan sonra odamın kapısını açtığımda, babamın yatağımda oturduğunu gördüm.

Odama en son ne zaman girdiği bir yana dursun, onun koridorda en son ne zaman yürüdüğünü bile hatırlamıyordum. Son on iki yıldır kanepede oturduğu yerden kımıldamamıştı.

Annemle odalarına girmez, hatta koridora bile çıkmazdı, bu yüzden onun burada olması beni oldukça şaşırtmıştı.

“Baba!” Nefesim kesilirken geriye doğru tökezledim.

“Seni korkutmak istememiştim.”

Avuç içlerini kir kot pantolonunun üzerine sürtüyordu.

Ben bir şey söylemeyince ayağa kalkıp burun kemerini sıktı.

Ağabeyinle konuşmuş olmalısın.”

Kelimeler ağzından zorlukla çıkıyor gibiydi.

Onaylarcasına başımı salladım.

“Orada daha iyi olacaksın, River. Gerçek bir hayat yaşamayı hak ediyorsun… Ve maalesef sana bunu sağlayabilecek durumda değilim. Bunu kabul etmem bu kadar uzun sürdüğü için özür dilerim.”

Söylediklerinin hiçbirinde duygu olmadığını, bunun da duygularını çok uzun süredir bastırmasından kaynaklandığını biliyordum. Duyguları ne hissediyordu ne de hissettiriyordu.

“Tamam.”

Aramızdaki mesafeyi kapatıp eğilerek alnıma kısa bir öpücük kondurdu.

Ben şokun etkisiyle kılımı bile kıpırdatmayınca odamdan öylece çıktı… Bunun babamı son görüşüm olduğunu adım gibi biliyordum.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok