Gece Çökünce 2. Kitap - Kitap kapağı

Gece Çökünce 2. Kitap

Nureyluna

2. Bölüm

Doğum: Bebeğim rahim yolundan dünyaya getirilme süreci.

JASMINE

“Ahhhhh!” Karnımı tutarak homurdandım. “Dayan sevgilim. Neredeyse geldik,” diyerek beni rahatlatmaya çalıştı Theodore, boştaki eliyle kolumu ovuştururken.

Arabadaydık. Theodore, değerli hazinemizi şoföre emanet edemeyeceğini söyleyerek arabayı kendisi kullanma konusunda ısrarcı olmuştu. Thea her ne kadar istemese de evde dadıyla kalmıştı. Çok yakında layığıyla yerine getireceğini bildiğim ablalık rolünü üstlenecekti. Bu yüzden bebeğimiz doğduğunda yanına olmak istiyordu. Bebeğimiz ona sahip olduğu için şimdiden çok şanslıydı.

Theodore, yerimde güvende olduğumdan emin olduktan sonra kapıyı kapatıp direksiyonun başına geçti. Hastane çantamızı arka tarafa koydu. “Rahat mısın?” diye sordu dönüp bana bakarak. “İyi misin?”

Bir öncekinden daha güçlü bir kasılma geldi. Kasılmalarım gittikçe sıklaşıyor, bu da bebeğimizin yolda olduğu anlamına geliyordu. “Evet, süperim,” diye homurdandım. Beyefendi Theodore bunu pek ciddiye almadı.

Hemen önüne dönüp arabayı çalıştırdı. Acı tarif edilebilecek gibi değildi. Doğum sancısı hakkında ne kadar çok şey okunursa okunsun, hiçbir şey insanı bu deneyime hazırlayamazdı. Her an ölebilecekmişim gibi hissediyordum.

Arabayı hızlı ama temkinli sürmeye başlarken, “Tamam. Beş dakikaya oradayız,” dedi.

Theodore hastaneye ulaşması için gereken süreyi haftalar öncesinden hesaplamıştı. Bugünün senaryosunu defalarca prova etmişti. Bunu daha önce yaptığında sadece tatlı olduğunu düşünmüştüm ama şimdi hayat kurtarıcı olduğunun farkındaydım.

Hastaneye doğru hızla ilerlerken İngiliz kırsalı bulanıklaştı. Kafamı kaldıramayacağım kadar canım yanıyordu. Theodore’un bir gözü sürekli üzerimdeydi. Elini dizime koyup, “Az kaldı aşkım, sık dişini,” diyerek beni sakinleştirdi. Elini tutarak ondan güç almaya çalıştım. O yanımdayken buna dayanabileceğimi biliyordum.

Hastanenin önünde kısa bir patinajla durduğumuzda kapım açıldı. “Hoş geldiniz, Bayan Jefferson,” diyerek karşıladı beni hemşire.

Benim için bir tekerlekli sandalye getirilmişti. Theodore Jefferson’ın eşi olarak elbette özel muamele görecektim. Bir yanım beni gerçekten yardıma ihtiyaç duyan hastaların önüne koyduğu için onu uyarmak istese de diğer yanım çok fazla acı çekiyordu.

Hastaneye alınırken Theodore yanımdaydı. Hemşire, “Kasılmalarınız ne sıklıkla oluyor?” diye sordu. “On dakika arayla,” diye cevap verdi Theodore. Ahh, demek sayıyordu.

Hemşire, “Elimizi çabuk tutmalıyız,” diyerek beni doğruca özel bir odaya yönlendirdi. Theodore yatağa yatmama yardım etti. Bacaklarımın titremesinden kendi başıma hareket edemiyordum ve ayaklarım resmen tutmuyordu.

Yatağa yerleştirildiğimde kasılmalarım sıklaştı. O anda durumun ciddiyetini kavradım. Gerçekten oluyordu. Theodore’un bebeğini doğurmak üzereydim. Ikınma evresine geçmeme az kalmıştı. Bu hayatımda yaptığım en zor şey olacaktı. Ama yeterince güçlü müydüm?

Doğum yapmak herkesin harcı değildi. Bunu gerçekten yapabilecek miydim? O ana yaklaştıkça kendimden daha fazla şüphe ediyordum. Birkaç saat önce bu bebeğe duyduğum sevgiyle korkusuzca hareket edebilir, onu doğuracağımdan en ufak bir şüphe duymazdım. Ama şimdi…

Bunun doğal akışta gerçekleşeceğini biliyordum ama ya gerçekleşmezse ne olacaktı? Ya bir şeyler çok ters giderse? Ya bebeğe bir şey olursa? İçimde kabaran panik beni boğuyormuş gibi hissediyordum. Zar zor nefes alabiliyordum.

“Neyin var, Jasmine?” Artan paniğimi hisseden Theodore hemen elimi tuttu. Tüm bedenim titrerken, “Bunu yapabilir miyim bilmiyorum,” diye kekeledim.

“Hey, bana bak,” diyerek yüzümü kendine çevirdi. Yüz ifadesi oldukça sertti. “Bunu yapabilirsin.” Gözlerinin içine baktığımda içim biraz ferahladı. Ama tamamen değil. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya devam ediyordu. Acım şiddetlendikçe oda dönüyordu.

“Jasmine,” dedi Theodore daha ısrarcı bir tonda. “Benimle nefes al.” Derin bir nefes alıp onu takip etmemi bekledi. Ben onu takip ederken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Sonra yavaşça nefes verdiğinde ben de onunla nefesimi verdim.

Ben tekrar sakinleşene ve kalp atışlarım normale dönene kadar bunu birkaç kez daha tekrarladık. Acı çok yoğundu ama telaşlı duygularımın yarattığı panik dalgaları ne hikmetse daha da kötüydü. Theodore bana sevgiyle gülümseyerek, “İşte oldu,” dedi. “Aferin sana.”

Parmağımı keskin çene hattında tembelce gezdirdim. Normale dönen nefes alışımla, “Aferin bana,” diyerek kıkırdadım.

“Jasmine,” diye lafa girdi son derece ciddi bir tonda. “Bunu yapabilecek biri varsa o da sensin. Sen tanıdığım en güçlü kadınsın ve bu bebeği seninle büyütmek için sabırsızlanıyorum. Şu anda sahip olduğumuzdan daha geniş ve daha güzel bir aileye sahip olmaya can atıyorum.”

Alt dudağımı kemirmeye başladım. Bir süredir kafamı kurcalayan soruyu kendimi tutamayıp sordum. “Sence iyi bir anne olabilecek miyim?” Sorum karşısında afalladı.

“Benim güzel Jasmine’im,” dedi. “Senin harika bir anne olacağını biliyorum. Bunu nereden mi biliyorum? Çünkü zaten Thea’ya harika annelik yapıyorsun.”

Cevabına gülümsedim. Gözyaşlarımın göz pınarlarımda biriktiğini hissettim. “Thea da harika bir abla olacak,” diye gülümsedim.

Birden doktor, ardından da elindeki panolara bir şeyler yazan birkaç hemşire içeri girdi. “Bay ve Bayan Jefferson,” diye selam verdi. “Ben Doktor Feldman. Bugün doğumu ben yöneteceğim.”

Hemşirelerden biri heyecanla, “Emin ellerdesiniz,” diye cıvıldadı. Hemşireler not almaya başlarken Doktor Feldman beni kontrol etmek için eğildi. Theodore’la el ele tutuşmuş doktorun söyleyeceklerini bekliyorduk. Onun varlığı beni ancak dizginliyordu.

“Pekâlâ,” dedi doktor sonunda. “Ikınma vakti gelmiş gibi görünüyor, Bayan Jefferson.” “Epidural ne olacak?” Theodore araya girdi. Doktor Feldman kaşlarını üzüntüyle çattı. “Korkarım bunun için geç kaldık,” diye cevap verdi.

Yüzümü buruşturdum. Kahretsin. Doğumu böyle planlamamıştım. Her zaman ağrı kesici olarak epidural alacağımı hesaba katmıştım. Canım fena yanacaktı. Epidural alabileceğim senaryoda bile doğumdan korkuyordum. Şimdi daha kötüsü olacaktı.

Theodore bana dönünce göz göze geldiğimiz anda tekrar sakinleştim. İşler her zaman planladığı gibi gitmiyordu. Ne Thea’ya dadılık işim ne Theodore’la ilişkimiz ne de bana bahşedilen bu muhteşem hayat planlarımın bir parçasıydı. “Hazır mısın?” diye sordu.

“Evet,” diye cevap verdim. Hazırdım. Theodore’un yanımda olması süper bir güce sahip olmak gibiydi. O yanımda olduğu sürece her şeyi yapabilirdim.

***

Theodore doğum esnasında yanımdan hiç ayrılmadı. Her ıkınmamda elimi sıkıca tuttu. Ağrı katlanılamayacak seviyelere ulaştığında bile parmaklarıyla tenimde sakinleştirici daireler çizdi.

Acımın ortasında mizaha tutunmaya çalışarak, “Benim özel amigo kızım gibisin,” diye şaka yaptım. “Evet,” diye kıkırdadı Theodore. “Ve sen de bir futbolcu gibi asıl işi hallediyorsun.”

Eğilip terli alnıma ufak bir buse kondurdu. Hastane odasının keskin floresan ışıkları altında bile nefes kesici görünüyordu. Bu açıdan çene hattı müthişti. Üzerine geçirdiği kapüşonlu ve kot pantolondan bile kasları belli oluyordu. Böyle bir anda onu alıcı gözle süzdüğüm için kendime içten içe güldüm. Bu harika adam çocuğumun babasıydı. Dünyaya gelmesine dakikalar kalan çocuğumun.

“Jasmine,” dedi Doktor Feldman. “Sadece birkaç kez daha ıkınacaksın, tamam mı?” Doktoru tamamen unutmuştum. Talimatları arka plan gürültüsü hâline gelmişti. O anda aklımda yalnızca kendim, Theodore ve bebek vardı.

Theodore elimi sımsıkı tutarken son bir çığlık atarak tüm gücümle hiç olmadığı kadar sert ıkındım. Her şeyimi bu ıkınmaya verdim. İşte o zaman bebeğin ağlama sesini duymamla bacaklarımın arasındaki dayanılmaz basıncın hafiflediğini hissettim.

Theodore’a döndüğümde aşağıya büyülenmiş gibi baktığını gördüm. Bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Bitmişti. Başarmıştım. Bebeğimiz dünyaya gelmişti.

Bebeğimiz bana doğru getirilirken Theodore parlayan gözlerle onu izliyordu. Doktor Feldman güzeller güzeli bir erkek bebeği kollarıma bırakırken, “Oğlunuz oldu,” dedi.

Oğlumuz. Bunu içgüdüsel olarak hissetmiş olsam da Theodore’a söylememiştim. “Takımına yeni biri katıldı,” diye takıldım. “Evet, kızlar sayıca üstünlük kurmaya başlamıştı.”

Bebeğimizin yavaş yavaş kıvranmayı bırakıp kollarıma sokulmasını izledik. Koyu renk saçlarını babasından almıştı ve babası gibi yakışıklı olacağından şimdiden emindim. İkimiz de hayranlıkla onu izlerken, “Sana benziyor,” dedim.

Theodore kıkırdayarak, “Ben de tam sana benziyor diyecektim,” diye karşılık verdi. Yüreğim mutlulukla genişledi. Tek eksiğimiz Thea idi, o da eklendiğinde küçük ailemiz tamamlanacaktı.

“Adını ne koyacağız?” diye sordum hafifçe gevşerken. Son birkaç ay boyunca Theodore’la isimlerle ilgili beyin fırtınası yapmıştık. İki kız, iki de erkek isminin üzerinde durmuştuk. Çocuklara aile fertlerinden birinin adını vermek kraliyet ailesi geleneklerindendi. Erkek isimlerindeki seçeneklerimizden biri benim büyükbabamın adı Emrich, diğeri de Theodore’un büyükbabasının adı Louis idi.

Theodore bebeğimize bakarken, “Aklımızdaki ismi aynı anda söylemeye ne dersin?” diye öneride bulundu. Ona bakarken alt dudağımı ısırdım. Hangi ismi önereceğimi biliyordum.

Bebeğimiz kucağımda mırıldanırken, “Tamam,” dedim. “Bir, iki, üç… Emrich!” Aynı ismi söylediğimizi fark ettiğimizde küçük Emrich’imizi rahatsız etmemeye dikkat ederek usulca güldük.

“Merhaba küçük Emrich.” Theodore, bebeğimiz uykuya dalarken işaret parmağıyla onun yüzünü nazikçe okşadı. “Ne kadar çok sevildiğini ah bir bilsen.”

***

Ertesi akşam eve döndüğümüzde bile bunun gerçekten yaşandığını algılamakta hâlâ zorluk çekiyordum. Bu bir rüya değildi. Gerçekti. Küçük ailemiz artık dört kişilikti.

Bebek kardeşiyle tanışmak için sabırsızlanan Thea bizi kapıda karşıladı. Theodore kucağımda uyuyan Emrich’i daha iyi görebilmesi için onu kaldırdığında çok nazik ve sessizdi. Gözleri heyecandan parlıyordu.

Bebeğimiz şimdilik sakindi. Şu ana kadarki gözlemlerime bakılacak olursa sorunsuz bir yolculuk bizi bekliyordu. Öyle olmasa bile Theodore yanımdayken gece geç saatlere kadar uyanık kalabilirdim, hatta bu keyifli bile olabilirdi. “Onu beşiğine götürelim mi?” diye sordum.

İkisi de heyecanla başını salladı. Bebek odasındaki beşiğin yanında yerde yumuşak örtüler ve rahat yastıklarla kaplı büyük boy bir yatak olduğunu fark ettim. “Bu da ne?” diye sordum eşime kaşlarımı kaldırarak.

“Benim sürprizim,” diyerek gururla gülümsedi Thea. “Bebeğin ilk gecesinde hep birlikte burada uyuyabiliriz diye düşündüm. Babam hazırlamama yardım etti.” Dolu gözlerle ikisine baktım. Artık böyle biri mi olacaktım? Sürekli ağlayan? Öyle olsam bile umurumda değildi. Hayatım bu kadar mükemmelken ağlamak sorun değildi.

“Ağlama Jasmine,” diyerek koluma dokundu Thea. “Her şey çok güzel olacak.” Her şey güzelden de öte olacaktı. Bunu içten içe biliyordum.

Bebek Emrich’i beşiğine yatırıp pijamalarımı giydikten sonra Theodore ve Thea’yla yerdeki yatağa yerleştik. Rahat yatağa girip birbirimize sokulduğumuzda bu hayatta bundan daha mutlu bir an yaşayamayacağımı düşündüm.

***

BİRKAÇ HAFTA SONRA

Yeni doğan bir bebeğe bakmak kolay bir iş değildi. Kaldı ki Emrich her şeye rağmen kolay bir bebekti. Ama bu yeni doğduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Neyse ki Theodore her zaman yanımdaydı.

Hem benimle hem de bebeğimizle ilgilenmek için hep yanı başımızdaydı. Bebeğimizin altını değiştirme görevini bile tamamen üstlenmişti. Bazen işin çoğunu o yapıyormuş gibi hissediyordum. “Dinlenmelisin,” diye sık sık ısrar ediyordu. “Bebeğimizi dünyaya getirerek büyük bir iş başardın. Bunun karşılığını vermeliyim.”

Eve döndükten birkaç hafta sonra işler biraz daha kolaylaşmıştı. Theodore yükü hafifletmek için Greta adında bir dadı tutmuştu. İlk başta ona güvenememiştim. Bebeğimi başka birine emanet etmeyi kabullenememiştim. Ama birkaç hafta sonra ona güvenmeye başlayınca dolaylı olarak uykumu da almaya başlamıştım. Yine de geceleri bebeğimle ilgilenmek istiyordum. Geceleri bebek odasına gitmek için her uyandığımda Theodore da bana eşlik ediyordu. Ben Emrich’i emzirirken uykulu gözlerle bana sarılıyordu.

Tam anlamıyla aile saadeti yaşıyorduk. Birkaç zorlu gecenin ardından Emrich bu gece nihayet uyumaya karar vermişti. Ev sessizdi, Thea yatağındaydı ve sonunda Theodore’la yalnız kalabilmiştik. Bebek telsizi her ihtimale karşı yanımızdaki komodinin üzerindeydi.

“Bugün doktor beni aradı,” dedim umursamaz bir tavırla. “Ee, ne dedi?” diyerek yatakta bana yaklaştı.

“Artık seks yapabileceğimizi söyledi,” diye fısıldadım kulağına. Gözlerinin içi parladı. Tek kaşını kaldırarak, “Öyle mi?” diye sordu.

Başımı onaylarcasına sallayıp dudağımı ısırarak baştan çıkarıcı bir ifadeyle sırıttım. Theodore parmaklarını bacağımdan yukarı gezdirerek ipek geceliğimi sıyırdı. Tüylerim ürperirken parmaklarını iç baldırlarıma doğru götürdü. Bedenim onun dokunuşuna anında karşılık verirken usulca inledim.

Doğumdan sonra da seks yapmamıştık. Ama zamanımız olmadığı için değil, doktor henüz izin vermediği için yapamamıştık. “Hazır olduğuna emin misin?” diye sordu. “Seni zorlamak istemediğimi biliyorsun.”

“Beni zorlamıyorsun,” dedim. Yalan söylemiyordum. Onu gerçekten istiyordum. Hem de çok uzun zamandır. Yine de bana baskı yapmaması çok tatlıydı. “Öyleyse pekâlâ, Bayan Jefferson. Bu durumda…”

Bunun üzerine dudaklarıma yapıştı. Ve vücudum ona anında teslim oldu.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok