Mason - Kitap kapağı

Mason

Zainab Sambo

Bölüm 2

Campbell Endüstri'deki ilk günüm harika geçti. Keşke o günü tekrar tekrar yaşayabilseydim.

Başınıza gelen en güzel şeyi düşünün, şimdi yüz katıyla çarpın. Tam da öyle hissediyordum.

İroninin farkında mısınız?

Gün böyle geçti.

En son ne zaman işe hazırlanmak ya da aynı anda hem heyecanlı hem de gergin uyandığımı hatırlamıyorum

Dün gece zar zor uyudum.

Aklım bana Mason Campbell için çalışacağımı söyleyip duruyordu. Bir noktada, bunun bir rüyadan başka bir şey olmadığını düşünerek kendimi çimdikledim.

En iyi arkadaşım ve oda arkadaşım olan Beth’e söylediğimde, kahkahayı patlatıp yalan söylediğimi ima etmişti.

Mason'la konuşabileceğime, onun huzuruna çıkacak kadar önemli olabileceğime inanmıyordu.

İğrenç bir yerde iş bulduğumu ve ona bunu söylemek istemediğimi düşünüyordu. Campbell Endüstri'de çalışma başvurusunun bir safsata olduğuna inanıyordu.

Derinden aşağılandığımı hissetmedim dersem yalan söylemiş olurum.

Mason'dan yanına yaklaşılamayan bir tanrıymış gibi bahsediyordu.

Ama size bir şey söyleyeyim, Mason bir ne bir tanrı ne de bir melek.

Çocuklara şekerler dağıtıp herkesin kalbini ısıtacak sözler söyleyecek biri değildi.

O şeytanın ta kendisiydi!

Mason küçük çocuklarının şekerlerini ellerinden alıp onların önünde yiyecek biriydi.

Sizi hareket halindeki bir arabanın önüne itecek biriydi.

Herhangi birine kalp krizi geçirtecek ya da kolayca kalplerinde iz bırakacak birkaç kelime söyleyecek biriydi.

Ama onda güzel bir şey vardı.

İnkâr edemeyeceğim güzellikte bir adamdı.

Yakışıklı adamlar neden kaba, soğuk ve kalpsiz olur? Tecrübelerimden yola çıkarak konuşuyorum.

Birkaç yıl önce çıktığım yakışıklı erkek arkadaşım beni aldatmıştı.

Sıkıcı ve talepkar olduğumu söylemişti. Pislik.

Belki de bu tek sebebi değildi.

Peki ya gülümseyip karşılığında sopsoğuk tepki aldığım o güzel adamlara ne demeli?

Her neyse, Mason aralarındaki en büyük adiydi.

Pislik, düpedüz zeki olmadığımı söyledi. Okulumla dalga geçmeye cüret etti.

Sıfır deneyime sahip olmam hakkında söylediklerine kadar her şey çok güzeldi.

Onun için çalışmanın ne kadar korkunç olacağını ancak hayal edebiliyordum.

Belki tanıştığımızda morali bozuktu? Belki de o kadar da kötü biri değildi ve ben onu yanlış değerlendirmiştim.

Nasıl biri olursa olsun, birlikte çalıştığı en iyi asistan ben olacaktım.

Bana terslenmesi ve beni küçümsemesi için ona hiçbir sebep vermeyecektim.

Erken uyanıp giyindim. Mutlu ve cesur yüzümü takındım.

Beth'i uyandırıp gittiğimi söylemeye zahmet etmedim çünkü kaltak hoşlanmayacağım bir şey söyleyebilirdi. Hazır olunca daireden çıktım.

Giydiklerim dolabımda bulabildiğim en iyi kıyafetlerdi.

Bunları bir düğün ya da özel bir etkinlik için giyebilirdim ama işe giderken giydiğime inanamıyordum.

CE’ye adım attığımda gördüğüm düşmanlığa da inanamadım.

Görünüşe göre patronun yeni asistanı olduğum duyulmuştu.

Bir süredir asistanı olmamıştı.

Aldığım birkaç bakışı görmezden gelerek terli parmağımı beni Bay Campbell'ın katına götürecek düğmeye bastım.

Kapı açıldığı anda dışarı çıktım. Adımlarım gergindi ve kendi aklı olsaydı, oradan fırlayıp beni bacaksız bırakırlardı.

Binaya adımımı attığımda nereye gideceğimi bilmiyordum.

Bay Campbell'ın ofisine girip masamın nerede olduğunu öğrenmeyi isteyemezdim.

Ayrıca, henüz burada olduğunu düşünmemiştim.

“Lauren Hart mı?”

Adımı duyunca döndüm ve güzel bir kadınla yüz yüze geldim.

Çok güzeldi ve çok iyi giyinmişti. Onu kıskanmıştım.

Tek istediğim saçını çekip eteğiyle bluzunu mahvetmekti.

Bu kadının saçını başını yolmak isteme nedenini bilmiyordum.

Tabii ya, nedenini anlamıştım. Benden çok daha bakımlı görünüyordu.

Bana baktığında ne gördüğünü tanrı bilir.

Ben, kendime baktığımda ne gördüğümü biliyorum.

Yirmi dört ya da yirmi beş yaşında gibi görünüyor.

“Evet?” diye kibarca cevap verdim. Ufacık bir tebessüm etmedim.

O da gülümsemedi.

“Benim adım Jade. Seni bu kadar erken burada gördüğüme biraz şaşırdım. Bay Campbell, çalışanlarının işe geç gelmesinden hoşlanmaz.”

“Sen benden biraz daha erken gelmedin mi kaltak?” demek istedim ama onun yerine biraz gülümsedim.

“Eminim kimse hoşlanmaz. Her zaman erken kalkan biri olmam iyi bir şey.”

“Bay Campbell'ın geç kalmam konusunda endişelenmesine gerek yok.”

“Hmm.” Kalemini çiğnerken başını salladı ve gördüğü görüntüden hoşlanmadan bana bir bakış daha attı.

“Kimse bana Bay Campbell'ın yeni asistanının neye benzediğini söylemedi, ama biraz hayal kırıklığına uğradığımı söylemeliyim. Bundan çok daha iyisini bekliyordum. Ama sanırım sana acıdı.”

“Onun yerinde olsam, ben de sana acırdım.”

Onu tırnaklarımla öldürmek ve çürüyen cesedinden geriye sadece kemikleriyle kafatasının kalacağı bir yere gömmek istedim.

Hem patron hem de çalışanların aynı mıydı?

Hepsi kendini bir şey sanıyor.

Genişçe gülümsedim.

“Sanırım kimsede görmediği bir şey gördü. Şanslı olmalıyım.”

Yüzündeki kıskançlık ifadesi beni biraz tatmin etti.

“Her neyse. Beni takip et, sana masanı göstereyim.”

Hemen arkasından takip ettim. Bu sırada sırtına bir hançer saplama planları kuruyordum.

Bana döndüğü anda yüzüme tatlı bir gülümseme yapıştırdım.

Üzerinde beyaz bir dizüstü bilgisayar olan masayı işaret etti.

Masa, büyük çiftli kapının yanındaki duvara doğru itilmişti.

“Burası senin masan,” dedi.

“Masana sadece tek bir kişisel eşya koyabilirsin. Bay Campbell bundan pek hoşlanmıyor. Senin işin telefona cevap vermek ve verilen görevleri yerine getirmek.”

“Anladın mı?”

“Evet.”

“Çok iyi. Campbell Endüstri'ye hoş geldin. Bakalım ne kadar dayanabileceksin.”

Dilimi ısırıp burnumdan nefes almak için kendimi zorladım.

“Temin ederim ki senden daha uzun sürecek.”

Kaşlarının seğirmesini izledim ama hiçbir şey söylemedi. Beni masama bırakarak uzaklaştı.

Bay Campbell'ın insanı girdabına çekmeye hazır bir fırtına gibi içeri girmesi otuz dakika sürmedi.

Yüzünde hiçbir duygu yoktu. Taş gibi soğuk gözleri insanın varlığını dondurabilirdi.

Kollarının, göğsünün ve bacaklarının katıksız kaslarından gözlerimi ayıramadan bakakaldım.

Mavi Armani takımının vücuduna ikinci bir deri gibi yapışmış gibiydi.

Yürürken hareketlerinde mükemmel bir öldürücülük ve yırtıcılık vardı.

Kalbim büyülenmiş bir şekilde çarpıyordu.

Güçlü bir adamdı, her yönden inanılmazdı. Şimdi karşısında durmuş, ihtişamıyla neredeyse dizlerimin üstüne çöküyordum.

Sanki onu ilk kez görüyor gibiydim.

Herkes ona "Günaydın" der gibi başını salladı, ama onları görmezden geldi ve ofisine girerken daha önce hiç kimsede görmediğim bir zarafetle yanımdan geçti.

Çok kabaydı.

Cesaretimi toplayıp ofisine yaklaşmadan önce birkaç dakika masamda kaldım.

Kapısını çaldım. Bir, iki kez ve karşılığında hiçbir yanıt almadım.

Yine kapıyı çaldım.

Bu sefer yüksek sesle.

“Ne var?” Sesi derin ve sağır ediciydi.

Binanın içinde güçlü bir şekilde gümbürdedi.

Boğazıma kadar yükselen ödümü yutarak tokmağı çevirip kapıyı iterek açtım.

Soğuk ofisine girip kapıyı ardımdan kapattım.

“Günaydın efendim,” diye selam verdim, kalbim göğsümde çarpıyordu.

Bay Campbell bana bakmak için yavaşça başını kaldırdı.

Hayal edebileceğimden daha korkutucu görünüyordu. Gümüş gözleri üzerime sabitlendiğinde vücudumu sallayan ürpertiyi kontrol edemedim.

Bakışlarında tanıdık bir şey yoktu.

Nefesimi içime çektim.

Bakışları üzerimde dolaşıyordu.

Can sıkıntısı hissettim. Rahatsızlık hissettim.

Buz gibi keskin bir mesafe onu benden ayırmıştı.

Uzun ve sinir bozucu bir süre gözlerimiz kilitli kaldı.

O anda içimden yüzlerce duygu geçti. Sanki dünyadaki her şey durmuş gibiydi.

Bu adam... Çok korkutucuydu. Ve ben yanlışlıkla ruhumu ona satmış olabilirdim.

“Evet? Yardımcı olabilir miyim?" diye bağırdı.

Ona baktım, ne demek istediğini anlayamadım. Bana ihtiyacı olana kadar onu selamlamaya gelmeme iznim yok muydu?

Ben bir şey söyleyemeden bir soru daha sordu.

“Buraya nasıl geldin? Seni kim içeri aldı?” İnterkoma basıp konuşmaya başladı.

“Bu kadını kim içeri aldı?”

“Ofisime herhangi bir yabancının girmesine izin vermen için mi sana para ödüyorum? Hangi kadın diye mi soruyorsun bana? Kovuldun!”

İnterkomun öteki ucundaki zavallı adama sesini yükseltiyordu.

Bana aniden gelen ölümü hatırlatan bir sesti.

“Lütfen, Bay Campbell, beni asistanınız olmam için tuttunuz. Lauren Hart, hatırladınız mı?”

Boğuk ve neredeyse yalvaran bir sesle sordum.

Kalbim yüksek sesle çarpıyordu. Hareket edemiyordum.

En derin içgüdülerim bu adamı daha fazla kızdırmamam konusunda beni uyardı.

Affetmez bir fırtına gibiydi. İtaatkar bir güçtü.

Mason beni incelerken kaşlarını kaldırdı. Kalemini bana doğrulttuğunu fark ettim.

“Kesinlikle farklı görünüyorsun. Geçen günkü kadar kötü değil ama bu bir ilerleme.”

“Evet, efendim,” diye cevap verdim, hafif ve basit bir ses tonuyla.

“Bu şirketin beklentilerini karşılamaya çalışacağım.”

Sonunda gözlerini benden uzaklaştırdı, “Bunun nasıl mümkün olacağını anlamıyorum, Bayan Hart,” diye karşılık verdi.

Bir kâğıt parçasına bir şeyler karalamasını izledim.

“Bunu al.” Kâğıdı ondan almak için hızla hareket ettim. Kağıdı hemen bırakmasaydı neredeyse parmaklarımız dokunacaktı.

“Bu benim e-postam ve şifrem.”

“Tüm e-postalarıma cevap ver. Konuyla ilgisi olmayanları yoksay. Önce bana danışmadan bir toplantı ayarla. Bayan Hart, hiçbir koşulda e-postalarımı kimseyle paylaşmayacaksınız.”

“E-postalarımı gizli tutun. Özel meselelerimi herhangi biriyle, ailenizle veya arkadaşınızla tartıştığınızı öğrenirsem, sizi temin ederim, çok pişman olursunuz.”

Kalbim hızla atmaya başladı. İçimdeki bu korkuyu kolayca uyandırabilmesinden nefret ediyordum. Kasten yapıyordu.

Tabii ki de yapıyordu.

“Her sabah tam 9'da bana çayımı getireceksin, kahve değil. Koyu siyah çay severim. Çok soğuk ya da çok sıcak olmamalı.”

“İmzalamam gereken tüm dosyalar ben ofise gelmeden önce masamda olmalı.”

“12 ile 1 arası ofisime gelmiyor ve ziyaretçi kabul etmiyorsun. Öğle yemeğimi Roseire restoranından alırsın. Bir saatlik yol ve oraya nasıl gideceğin umurumda değil. Her zamanki siparişimi iste.”

“Unutma ki saat 2'ye kadar yemeğimi sıcak olarak masamda istiyorum. Eğer soğursa maaşından düşeceğim.”

O ciddi mi?

Tanrım, çok otoriter.

Orada oturmuş, emirlerini sanki dünyaya hükmediyormuş gibi saçıyor.

Tanrım, eğer bu adam dünyayı yönetseydi, hepimiz mahvolurduk.

Onu yeterince tanımıyorum ama dünyanın onun ellerinde acı çekeceğini kolaylıkla söyleyebilirim.

“Beni dinliyor musun?” Öfkeli görünüyordu.

Siniri yüzünden akıyordu. Yargılayıcı bakışlarını üzerimde hissettim.

İfadesinde midemi çalkalayan karanlık bir şey alevlendi.

Yutkunarak başımla onayladım.

Gözleri kısıldı. “Başını sallamıyorsun. Seninle konuşulduğunda konuşuyorsun, anlaşıldı mı?”

“Evet, efendim.” Ona bakmadan önce yere baktım.

Yüzündeki sert ifade içimi dehşetle sardı.

Soğuk ve acımasız ses tonuyla devam etti.

“Bunu sana vereceğim.” Bana el kitabı gibi görünen bir şey fırlattı. “Eğer bir hafta içinde burada olmak istiyorsan burada yazanları dikkatlice okuyup uygula.”

“Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağıma söz veriyorum,” dedim sessizce.

“Beni hayal kırıklığına uğratman umurumda değil, Bayan Hart. Bunu yaptığını görürsem sevinirim. Bu sadece senin hakkında düşündüklerimi kanıtlar. Campbell Endüstrisi'ne resmen girdiğini sanma.”

“Deneme sürecindesin. Herhangi bir hata seni buradan göz kırpabileceğinden daha çabuk çıkarır. Dediğim gibi, bu işe sahip olmak isteyen tek kişi sen değilsin.”

“Senden daha yetenekli insanlar var.” Parmaklarını birbirine geçirdi.

“Ve sakın özel biri olduğunu sanma.”

Orospuçocuğu.

Dudaklarıma gelen kelime buydu. Kendimi tuttum.

“Hepsi bu kadar.”

Arkamı dönüp sessizce ofisinden ayrıldım.

Tanıdığım birinin öldüğü öğrenmişim de yas tutuyormuşum gibi hissettim.

Ne düşüneceğimi bile bilmiyordum.

Mason Campbell'ın pek çok şey olduğunu biliyordum. Kaba bir adam olmak da onlardan biriydi ama bu kadar kaba olduğunu bilmiyordum.

Kimseyle göz teması kurmadan masama yürüdüm.

Oturup dikkatimi bana verilen kılavuza geri döndürmeden önce 1'den 10'a kadar saydım.

Tam içini karıştırmaya başlayacaktım ki bir öksürük sesi duydum.

Başımı kaldırdım ve bana “Senden nefret ediyorum ama bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok” ifadesini takınmış Jade'le karşılaştım.

“Evet?”

Gözlerini devirdi.

“Sanki zamanımı değerlendirecek daha iyi bir işim yokmuş gibi sana etrafı göstermem gerekiyor,” dedi, arkasına dönüp bana bir şey söylemeye fırsat tanımayarak.

Gerilmiş vücuduna baktım. Ne zaman regl olacağını merak ettim ya da şirretliği doğuştan mı geliyordu? Buradaki herkes bu kadar berbat mıydı?

En son ne zaman kendimi aşağılık insanlarla çevrili bulduğumu hatırlamadım.

Lanet lisem bile bu kadar kötü değildi.

Bayan kaltaksurat muhtemelen onun bu şirketteki herkesin sözünü dinlemesi gereken en iyi çalışanlardan biri olduğunu düşünüyordu.

Pekâlâ, ben kimsenin kaltağı olmayacaktım.

İlk sayfayı açmadan kılavuzın kapağına tekrar baktım.

“Gelmiyor musun?” Jade'in beni terslediğini duydum.

Kızgın yüzüne bakarak, bir kaşımı kaldırdım.

“Pardon, seni takip etmemi istediğini bilmiyordum. Bunu söylemeliydin.”

Kılavuzu kapatıp onu takip etmek için ayağa kalktım.

Sonraki otuz dakika çok sıkıcıydı.

Jade bana binadaki her odayı gösterdi. Dikkatimi toparlayamadığım için her yeri hatırlayamayacağımı biliyordum.

Sandalyeme oturduğumda neredeyse sevinçten dans edecektim.

Sonunda bitmişti.

Jade'in yanında olmak içimde kalan en küçük mutluluk zerresini emmişti.

Tam olarak sekiz elli-beşte, Bay Campbell'ın çayını almak için acele ettim.

Durakladım, bana ne kadar şeker istediğini yoksa hiç isteyip istemediğini söylemiş miydi hatırlamaya çalıştım.

Büyük bir risk alıp çayına şeker koymadım.

Bu beni ya kurtaracaktı ya da şirketten kovduracaktı.

Ofisine girmeme izin verdiğinde, o kadar sakindim ki, ilk kez olsun korku içinde değildim.

Çayı önünde koyup gitmemi söylemesini bekledim.

Bay Campbell çayı almadan önce bilgisayarındaki işini bitirmeye odaklandı.

İlk yudumu aldığında çayın şekeri eksik olduğundan bağırmaya başlamayınca rahat bir nefes aldım.

“Gidebilirsin,” dedi buz gibi sesiyle.

Hâlâ bana bakmamıştı.

“Rica ederim efendim,” dedim, ofisten çıkmak için döndüm.

Sesi hareket etmemi engelledi.

“Az önce ne dedin sen?” Tonunda öfke vardı. Bacaklarımı titreten korkunç bir öfke dalgası.

“Benimle dalga mı geçiyorsunuz, Bayan Hart?”

Kafamı salladım, duyularımın bedenimden ayrıldığı anı tam olarak göstermeye çalıştım.

Dalga geçmiyordum. Onun gibi bir patronum olduğunu bilirken nasıl geçebilirdim ki?

Bunu bana söyleten sadece bir içgüdüydü.

“Özür dilerim, efendim. Kötü bir şey demek istemedim.” Onunla ilk tanıştığım andan itibaren kaç kez özür dilediğimi sayamadım.

İçimden bir ses daha çok özür dileyeceğimi söylüyordu.

Gözlerini kıstı, beni isterse kolayca ezip baskıyı kaldıramayacağımı kanıtlamaya çalıştı.

En azından ben öyle yaptığını sanıyordum.

“Gidebilirsin.”

Hemen oradan fırladım. Göz kamaştırıcı bakışlarından ayrılınca düzgün nefes almaya başladım.

Kısık bir kıkırdama duyunca sese döndüm.

Uzun boylu, zayıf bir adam bana bakıp sırıtıyordu.

Yanlarda kısa koyu saçları, kafasının ortasında sivri uçlu, uzun ve dağınıktı.

Ona baktığımı görünce yanıma geldi.

“Tebrikler,” dedi derin sesi bir şaka yapar gibi.

“Ofisine iki ziyaretten sağ çıktın. Bunu kutlamalıyız.”

Gülümsemeden edemedim.

Birincisi, muhtemelen doğruyu söylediğini biliyordum. İkincisi, ondan hoşlanacağını biliyordum. Onu görünenden farklıydı.

Küçük bir şakayla bir kez daha kıkırdamasına neden oldum, “Bu dediğini bir fincana yazdırıp masama koymak ister misin?” dedim.

“Çok zekice. Kendi kendine mutlu olacaksın. Olur, anlaştık.”

Elimi uzattım, gülümsemem genişledi.

“Ben Lauren. Lauren Hart.”

Kızıl saçlı adam bir elini bardağından ayırıp elimi tuttu.

“Tanıştığımıza memnun oldum, Lauren. Ben Aaron Hardy. Patronun ofisinden birinin gözyaşı dökmeden çıktığını görmek gerçekten çok güzel.”

“Cesur olduğumu söyleyebilirsin.”

Başıyla onaylayarak beni süzdü..

“Ya da aptal. Neden işi kabul ettin?” diye sordu ve ben cevap veremeden lafına devam etti. “Aha! Sanırım anladım.”

“Maaşından, değil mi? Her zaman maaştandır.”

Gözlerimi devirdim. “Öyle denebilir. Paraya ihtiyacım var.”

“Ahh.”

“Bana çok iyi davranıyorsun. Bu nasıl mümkün olabilir? Herkes ya benden nefret ediyor ya da nefret etmek üzere. Herkes çok gergin. Millet, lütfen, biraz rahatlayın!”

Güldü, omuzları sallanıyordu. “Seni kıskandıklarını söylediğimde bana inan. Bay Campbell—sözlerim için üzgünüm— sizin gibi birini işe almaz.”

“Yüksek sınıflı çalışanlarını ve şirketini utandırmayacak insanları sever. Ama senin, onun için özel olabileceğini düşünüyorlar.”

Burnumu kıvırdım.

“Bu çok aptalca. Benden nefret ediyor.”

“Herkesten nefret ettiği kadar senden de nefret ediyor. Bu kişisel bir şey değil.”

“Nedenini merak ediyorum.”

“İşte bunu, sevgili Lauren, hep merak edip dururuz,” dedi bana göz kırparak.

“İşten sonra mesai yapmak zorunda kalmadan işimize dönelim.”

Şaşırmış görünerek yanına gittim.

“Ciddi misin?”

“Hayır,” dedi, “R” sesini vurgulayarak. “O kadar da pislik değil.”

Yürümeyi bıraktım, ona elimden gelen en iyi “Benimle dalga mı geçiyorsun?” bakışını attım. Arkasını döndü ve omuz silkti.

“Tamam, belki de o bir pisliktir.”

“Bana sorarsan birinci sınıf bir pislik.”

Birisinin boğazını temizlediğini duydum. Kalbim korkudan 360 derece dönüyordu.

Aaron'ın kıkırdamaları beni bundan alıkoydu.

“Aman Tanrım,” diye kahkahalarını ikiye katladı. “Yüzünü görmeliydin. O olduğunu düşündün.”

“Değil mi?”

“Hayır, ama sözlerine dikkat etmelisin.”

Yeşil saçlı bir kız bana gülümseyip kolunu Aaron'ın boynuna doladı.

“Yeni kız bu mu?”

Dik durdum, omuzlarımı yukarı ittim ve doğrudan gözlerinin içine baktım.

Kıkırdadı.

“Merak etme kızım, ısırmam,” dedi, sağlam durmaya çalışmamdan eğlenerek.

Zarar vermek istemediğini anlayınca rahatladım. Küçümseme belirtisi yoktu. “Ben Athena.”

Bir kaşımı kaldırdım.

Sırıttı. “Annem tuhaftır.”

“Lauren. Yeşil saçların var ve kovulmamışsın.”

Mason'ın asla ve katiyen yeşil saçlı birini işe almayacağını biliyordum.

“Çünkü beni kovamıyor. Ben onun teyzesiyim.”

“Ne? Ama bir yaş büyük bile görünmüyorsun.”

“23’ten mi?” diye sordu Athena.

“Evet, bunu çok duyuyordum. O benden büyük, ama ben onun teyzesiyim falan filan. Annesi benim üvey kız kardeşim.”

“Vay canına.” İyi davranacağı tek kişi o olmalı.

Athena şaşkın suratıma baktı.

“Ah, tatlım, teyzesi olmam benim de onun kahrını çekmediğim anlamına gelmiyor.”

Aaron, “Evet, ama saygı duyduğu tek kişi sensin,” dedi.

O kadar da önemli değilmiş gibi omuz silkti. Bay Campbell'ın kimseye saygı duyabileceğini hiç düşünmemiştim.

Dünya büyüklüğündeki muazzam egosu böyle bir şeyi kaldıramazdı.

Gittiği her yerde saygı bekleyen bir adam için bunu duymak garipti.

“Haydi, işimize geri dönelim.”

Masama gitmeden önce Aaron'ın omzuna hafifçe vurdum.

Önümde uzun ve acı dolu bir gün vardı.

Sonraki bölüm
App Store'da 5 üzerinden 4.4 puan aldı.
82.5K Ratings
Galatea logo

Sınırsız kitap, sürükleyici deneyimler.

Galatea FacebookGalatea InstagramGalatea TikTok